Ruşen: “İlkokula ilk başladığım zaman Türkçe konuşmasını bilmediğim için ağlamaya başlamıştım. Öğretmen Türkçe konuşuyor ve hiçbir şey anlamıyorsun ve ağlamaya başlıyorsun.” Gülbahar: “Aramızda bir mesafe oluşuyordu, çünkü kendimizi anlatamıyorduk. Ne sorunumuz olursa olsun, anlatamıyorduk. Bazı arkadaşlarımız vardı, durumları iyi olmuyordu. Yakası ya yırtıktı, ya bir şey olduğu zaman anlatamıyor derdini. Hoca orda ona bağırıyor, sanki çocuk yaramazlık yapmış ya da vurdumduymaz bir şekildeymiş gibi algılamak söz konusu oluyor. Hâlbuki mali durumu yok, onu aktaramıyor ya da başka bir sorun yaşıyor evde, derslerle ilgili, ödevlerle ilgili, anlatamıyor. Hoca Türkçe anlattığı için hangi ödevi yapacağını bilmediği için çoğu zaman yapamıyor. Ben matematikte, ilkokulda, okulda biraz şey yapmıştım, hani ün yapmışsın denir ya… Ün de yapmıştım ama okumayı elli kelimenin altında bilince hem hoca şok oldu hem ben şok oldum. Hoca böyle bütün arkadaşları, ellinin altında [kelime okuyan] herkesi dövdü, ama beni biraz daha fazla dövdü. Orda artık bir tepki doğmuştu ‘nasıl bilmiyor’ tarzında… Genelde başarısızlığımız ya da anlayamazlığımız bir tokatla ya da dayakla sonuçlanıyordu. Kaldırıyordu seni, sana bir şeyler soruyor, sen ona cevap veremeyince sanki ona inat yapıyormuşsun gibi anlaşılıyordu. Başka bir şey anlaşılıyordu ve karşıda bir tepki oluşuyordu. Bu genelde öğrencinin dövülmesiyle sonuçlanıyordu. En çok yaşadığımız sorun, bütün arkadaşların yaşadığı sorun ilkokulda oydu.”
Ahmet: “… bazen o da çileden çıkıyordu. ‘Anlatıyorum, anlatıyorum, anlamıyor musunuz?’ Hakikaten de anlamıyorduk. Konuşuyorduk ama yüzüne bakıyorduk. Biz adamın ne anlattığını bilmediğimiz için sessiz kalmaya çalışıyorduk. Bu bizi biraz da pasif bir öğrenci yaptı. Susuyorduk daha çok, susmaya çalışıyorduk.” Sidar: “Aileden kopuyorsun, yeni bir ortam, yeni bir dil… Elbette her şey çok zordu. Kendini ifade edemiyorsun, kendini ezik hissediyorsun, kendine güvenmiyorsun… Başka bir dille eğitim gördüğümüzde kendi dilimizden uzaklaşmaya başladık… Ne Türkçede iyiyiz, ne de Kürtçede. Eve giderken başka bir dille, okula giderken başka bir dille konuşuyorduk. Kopukluk oluyor arada. Bugün bile bunun zorluğunu yaşıyorum.” Ahmet: “İlkokulda soru sormadığım için şimdi üniversitede bile bir konu konuşulurken çok da damarıma basmayana kadar susmayı tercih ediyorum. Dışarıda bir konu konuşulurken mümkün olduğunca susmayı tercih ediyorum. İlkokul zamanlarından geldiğini tahmin ediyorum.” Osman: “Biz okula başladığımızda Türkçe bilmiyorduk. 12-13 yaşlarında çat pat öğrenmeye başladık, yani biz hayata 15 yıl, bayağı bir geç başladık.” Osman: “… biz zaten 1-0 yenik başladık, yani 10 yıl, 15 yıl geç başladık. Onlar iletişim kurabiliyordu, polis çocukları, memur çocukları, öğretmen çocukları vardı. Ailede gördüğü dersleri zaten birebir okulda görüyordu. Onlar hazır geliyordu, onların ayrıyeten bir çaba göstermesi gerekmiyordu. Bizim çok çaba göstermemiz gerekiyordu.” Lezgin: “Biz şehir merkezinde oturuyorduk. Oturduğumuz bina annemin görevinden dolayı devletin bize tahsis etmiş olduğu bir binaydı. … annem bana Kürtçe seslenmişti. Oyun arkadaşlarım ‘annen ne diyor’ diye bana sordular. Ben de onlara şunu söylemiştim o zaman ortaokuldaydım: ‘Benim annem Fransızca konuşuyordu.’ Onlar da gidip kendi annelerine ‘anne, biliyor musun, bizim arkadaşın annesi Fransız, Fransa ’dan gelmiş, burada oturuyorlar’ demişler. Daha sonra anneleri anneme sormuşlar ‘sizin oğlan böyle demiş’ diye. Annem bana ‘neden’ diye sorduğu zaman ‘ben utandım’ diye cevap vermiştim. O zaman oturduğumuz binada oturanların çocuklarının çoğu Türktü, Türkçe konuşuyorlardı. Dışlanmamak için böyle bir yalan söylemiştim.”
Yukarıda anlatılanlar, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nden Vahap Coşkun, Şerif Derince ve Nesrin Uçarlar’ın yaptığı ve yeni yayınlanan ‘Dil Yarası’ araştırmasından. Kişiler gerçek ama isimler değiştirilmiş. Hiç Türkçe bilmeden okula başlayan ve bilmediği bir dilde eğitim alan 13 kişinin ayrıntılı anlatımları araştırmanın en çarpıcı bölümleri.
Kürtçe bilmeyen öğretmenler
İnceledikleri ikinci grup hiç Kürtçe bilmeden sadece Kürtçe bilen çocuklara Türkçe öğretmeye çalışan 10 öğretmen. Ayşegül: “Düşündüğünü de Kürtçe düşünüyor. Türkçe bilmiyor ki! Yani her şey Kürtçe, rüyaları bile Kürtçe görüyorlar. O derece Türkçe ile hiçbir bağlantıları yok. Sadece okulda öğrenilen bir dil onlar için. (…) Birinci sınıf okuttuğumda, bu yine dağ köylerinde, çocuk mesela çok daha güzel okuyor. Hiç takılmadan birinci sınıfta çok güzel okuyor. Ne diyor diyorum, ‘bilmiyorum ki’ diyor, yani hiçbir şey anlamıyor çocuk. Hatta bir seferinde bunlara bir hikâye okuyun dedim: İşte Ali varmış, Ali’nin dedesinin bastonu varmış… Otuz kişilik sınıfa sordum baston nedir diye, bir tane bilen yok. Kitabı küt diye kapattım. Anlayan yok! Bu derece anlayan yok!” Bengi: “Çocuk beni anlasa anlayacak. Anlayamadığı için hiçbir şey alamamakta. Sadece işaretlerle yapması gerekeni söylüyorum. Ya da Türkçe bilen arkadaşlarına anlattırıyorum. Sınıfımda üç öğrenci henüz Türkçeyi bilmiyor ve bu öğrencilerin sınıfta kalma durumları var. Çocuğun yüzünde anlama isteği ve çabası var, ama bunu yapamıyorlar.” Melike: “… biz şimdi bütün öğretmenler burada diyoruz ki bazen, bu çocukların kafası mı çalışmıyor? 31 tane öğrencinin hepsinin zekâsının geri olması mümkün değil, ama hakikaten ders işlerken keyif almıyorum.” Derya: “Bazen insan umutsuzluğa düşüyor nasıl olacak, ne olacak bu çocuklara diye. Yani kaç sıfır yenik başlamışlar, sayamadım. Bu çocuklar dil konusunda, ekonomi konusunda, aile konusunda, çevre konusunda, her konuda yenik başlamışlar. Ben İzmir ’in varoş kesiminde oturmuşum, ben bile çok şanslıymışım.” Ayşegül: “Veliyi çağırıyorsun, çocuğunu çalıştır diyeceksin, ilgilen diyeceksin. Bir kere veli hem Türkçe bilmiyor, hem de öğrenci ile nasıl ilgileneceğini bilmiyor.”
Kürtçe bilen öğretmen
Üçüncü grup ise Kürtçe bilerek sadece Kürtçe bilen çocuklara Türkçe öğretenler. 12 biraz “daha şanslı öğretmen” yani. Hamdi: “… özellikle Cizre’de görev yaptığım sıralarda 118 sınıf okuttum, bu 118’in içinde bir tek Türkçe bilen vardı, o da dışarıda boyacılık yaptığı için çat pat konuşabiliyordu. Diğer öğrencilerin hiçbiri Türkçeyle karşılaşmamışlar. Tabii kırsal alan olduğu için televizyon olayı da o kadar hâkim değildi, çok az, onlar da yalnız türkü, şarkı, o boyutta ve kesinlikle konuşabilen yoktu. Tabii sınıf içerisinde resmen kendini bir uzaylı gibi hissediyorsun. Anlayan yok seni. Sonra sürekli gözlerinin içine bakarlar, ne dediğini bilmez, anlamaz, kendini de ifade edemez çok fazla.” Abdullah: “Bazı meslektaşlarımız da bir ajan gibi ‘kesinlikle Kürtçe konuşmayacaksınız’ diyordu. Bazı öğrencileri casus gibi öğrencilerin arasına salıp kim Kürtçe konuşuyorsa öğretmene ihbar ettiriyordu. Hatta bu ajanlar ta evlere kadar gidiyordu.”
Ebeveynler
Ve dördüncü grup 8 kadından oluşan ev dili ve okul dili farklı olan çocukların ebeveynleri. Meryem: “Evde Kürtçe yaşıyorlar, okulda Türkçe. Bu yüzden kafaları karışıyor. Çok sıkıntı çekiyorlar. Eğer dersleri Kürtçe olsaydı, daha başarılı olurlardı.” Xanim: “Bazen, veli toplantılarında, babaları giderdi, ben ev kadını olarak gitmezdim. Babaları giderdi. ‘Evde neden [Türkçe] konuşmuyorsunuz, çocuklarınız sıkıntı yaşıyor’ diyorlar. O da ‘bizim dilimiz budur’ diyor. Çocuklarımız Türkçe biliyorlar, 5. sınıfa kadar okudular. Bu yüzden, dilimiz budur, biz köyden geldik.” Naze: “Vallahi, Türkçe bilmediğim için, onlara yardımcı olamıyordum. Yani, bazen anlamadıklarını söylüyorlardı, ama biz onlara yardımcı olamıyorduk. Büyük çocuk ve küçük olan birbirlerine yardım ediyorlardı. Kürtçe olsaydı, onlar için daha kolay olurdu, benim için de daha iyi olurdu, ben de öğrenirdim.”
Araştırmanın amacı anadili Kürtçe olan, okula başladığında hiç Türkçe bilmeyen veya çok az bilen çocukların bilmedikleri bir dilde okuma-yazma öğrenmeye başlamalarının, eğitim süreçlerinde kendi anadillerinin kullanılmamasının ve bunun yasaklanmasının ne gibi psikolojik, eğitsel, toplumsal ve dilsel sorunlara yol açtığını araştırmak ve bu durumdaki öğrencilerin ayırt edici özelliklerini ve eğitim ihtiyaçlarını belirlemek. İşte başlık başlık sonuçlar: İletişimsizlik, 1-0 Yenik Başlama, Sınıfta Kalma ve Okulu Terk Etme, Damgalama, Şiddet, Susmak ve Zili Beklemek ve Muhbircilik yapmak zorunda kalan “küçük insanlar”. Kitabın tabii ki çözüm yöntemine dair fikirleri var. Ama biz kendi adımıza bunları boşverdik. Önce sadece şunu düşünün istedik: Bu çocuklar sizin çocuklarınız olsa, bu öğretmenler ya da dili bilmeyen veli siz olsanız ne yapardınız?
Kaynak Radikal