Dil yarasına çare aranıyor

Okula başladıklarında beşi de hiç Türkçe bilmiyordu. Biri Hukuk Fakültesi’nde hoca, dördü ise onun öğrencisi oldu. Ve bir gün çocukluklarından beri en büyük yaralarına el atmak için bir araya geldiler; dil yaralarına. Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) ilk araştırmasını anadil üzerine yaptı

Diyarbakır’da kurulan ve kısa adı DİSA olan Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, temel olarak Kürt sorunu alanında araştırmalar yapmayı amaçlıyor. DİSA’nın ilk araştırması anadilde eğitim hakkındaydı. Hazırladıkları rapora Orhan Gencebay’ın o çok ünlü şarkısının adını vermeleri de hayli manidardı: Dil Yarası. Geçtiğimiz hafta sonu, kuruluşlarını Dil Yarası’yla kamuoyuna duyuran DİSA’nın bu raporunun alan araştırmasını, bir akademisyen ve dört hukuk fakültesi öğrencisi yaptı. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Vahap Coşkun ile öğrencileri Perihan Ok, Hüseyin Demir, Hatice Demir ve Sezgin Dinç tarafından yapılan araştırma, Kürt sorununda önemli bir alt başlık olan anadilde eğitim meselesinde yapılan en derinlikli çalışmalardan biri. Okula başladığında hiç Türkçe bilmeyenler, Kürtçe bilip de çocuklara Türkçe öğretmek zorunda kalan öğretmenler, hiç Kürtçe bilmeyen öğretmenler ve ebeveynlerden oluşan toplam 43 kişiyle görüşülerek yapılan araştırmaya dair, Coşkun ve öğrencileriyle buluştuk. Dil yaralarını konuştuk

– DİSA hangi niyetle oluşturuldu?
– Kürt meselesinde merkezi Diyarbakır olan bir düşünce kuruluşuna ihtiyaç vardı. Anadil meselesinden tutun anayasal vatandaşlığa, yerel yönetimler sorunundan köy koruculuğuna, ekonomik sorunlardan istihdam problemlerine kadar geniş bir sorunlar yumağı, Kürt sorunuyla doğrudan ilgili. Çünkü Kürt meselesi daha çok sloganlar üzerinden yürüyor.

ANADİL AHLÂKİ BİR SORUN
– Neden ilk çalışma konunuz anadil oldu?
– Çünkü eğitimde anadilin kullanılması hem temel bir insan hakkı hem ahlaki bir sorun. Bir kimseyi onun kendisini ifade aracı olan dilden mahrum etmek, gayrı ahlâki bir tutumdur ve İslami perspektiften bakanlar için de sorunludur. Dillerin, renklerin, ırkların farklılığını kendi varlığının göstergesi olarak gösteren bir inanışın, daha samimi olması gerekir.

– Peki, neden bu kadar geç ele alındı sizce?
– Bu aslında Türkiye’nin Cumhuriyet modernleşme süreciyle yakından ilgili. Türkiye’nin eğitim ve dil politikaları 1950 yılına kadar kemikleşiyor. 1950-80 arasında bu politikalar aşırı bir şekilde uygulanıyor. 1990’lı yıllarda ise Türkiye’deki dil politikaları ve tek tipleştirme, ciddi itirazlarla karşılaştı: Türkiye’de alternatif muhalif hareketler ortaya çıktı. Bunlar Cumhuriyet’in kendisi için tarif ettiği vatandaşlık anlayışını kabul etmediklerini söylediler. AB sürecinde dile ilişkin yasaklar kalkınca, bir özgürlük alanı oluştu.

– Yani ‘Hep gündemdeydi, ama zemini uygun değildi,’ diyorsunuz…
– Türkiye’de farklı Kürt siyasal hareketleri var ve her birinin Kürt meselesinin çözümüne ilişkin farklı çözüm önerileri var. Ama tamamının üzerinde uzlaştığı tek konu, anadil.

– Kürtlerin tamamı bu konuda uzlaşıyor. Peki Türkler ne düşünüyor?
– Bir korku toplumu yaratıldığını ve siyasetin bu korkuları sömürdüğünü düşünüyorum. Deniliyor ki, ‘Kürtlere anadilde eğitim hakkı verilirse Türkler buna çok ciddi tepki gösterir’. Halbuki çatışmanın ciddi yaşandığı yıllarda Kürtçe yasağı kalktı, Kürtçe kasetler her yerde çalınmaya başlandı. Bugün 24 saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon var, kimse isyan etmedi. Çünkü Kürtlere verilen bir hak, Türk halkının herhangi bir şeyinde bir eksilmeye neden olmuyor.

– Ekonomik açıdan nasıl işliyor bu?
– Diyarbakır’da bir Kürdün çocuğunu anadilinde eğitime göndermesi, Yozgat’taki bir Türk çiftçisinin zararına olmayacak, onda bir eksilme yaratmayacak. Ekonomik pastanın paylaşılması söz konusu olduğunda insanlar daha gaddar olabilirler. Refah şovenizmi önemli bir sorundur ama burada böyle bir durum yok. Sıkıntı başka bir yerde.

– Nerede?
– Sıkıntı bunun nasıl gerçekleştirileceğinde. Anadilde eğitimi konuşuyoruz ama nasıl gerçekleştireceğimiz konusunda olgunlaşmış ciddi bir şey yok. Çok önemli bazı önyargılar var. Anadil talebi dile getirildiğinde sanki. ‘Sadece Kürtçe öğrenecekler, Türkçeyi öğrenmeyecekler,’ gibi bir algı var. İkincisi dünyada bunu uygulayan bir ülke olmadığı yalanı. Üçüncüsü de, ‘Kürtlere verirsek başkaları da ister,’ argümanı.

ÖZGÜRLÜĞÜ KURAL HALİNE GETİRMELİYİZ
– Ulusal birliğe aykırılık dile geliyor mu?
– Herkeste öne çıkan algı, ‘Bunu verirsek şunu da isterler,’ algısı. ‘Dillerini verirsek toprak isterler, özerklik verirsek bağımsız isterler,’ gibi.

– ‘Vermek’ fiili zaten sorunlu bir fiil değil mi?
– Herhangi bir kesimin Kürtlere veya başka bir halka herhangi bir şey vermesini talep etmiyoruz. Onların zaten asli olarak sahip oldukları bu hakkı tanımalarını talep ediyoruz. Ve bu tanıma aslında devlet için yararlı olacak. Onun antidemokratik özelliğini ortadan kaldıracak, toplumsal sadakat bağlarını geliştirecek, devletin meşruluğunu giderecek.

– Anadil hakkını tanımak…
– Sadece bu değil, başörtüsüne ilişkin talepler, cemevlerine ilişkin talepler de bunun içinde sıralanabilir. İnsanların ibadet yerine karar vermek devletin haddi değildir. Bizim problemimiz, sorunlara hep güvenlik perspektifiyle bakmamız. Özgürlük perspektifiyle bakmamız; özgürlüğü kural, güvenliği istisna haline getirmemiz lazım.

– Siz bu sorunu özel hayatınızda nasıl yaşadınız?
– Annem ve babam hiç Türkçe bilmiyor. Ben evin içinde Kürtçe öğrendim, sokaktaysa Türkçe. Ancak okulda hayat bilgisi derslerinde şöyle bir aile tarif edilir: Gazete okuyan bir baba, modern bir anne, çocuklar, yani son derece seküler ve laik bir aile. O tanımlanan aile, benim ailem değildi. Bir süre sonra kendi ailenizden utanıyorsunuz. Veli toplantısı olduğunda asla annemin ve babamın gelmesini istemezdim. Yıllar içinde bir siyasal bilince sahip olduğunuzda ise o utancınızdan utanç duymaya başlıyorsunuz.

– Çocuklar açısından sonuçları neler?
– Bölgedeki üniversite sınav sonuçlarının başarısızlığında anadil eğitimi eksikliğinin ciddi bir payı var. Türkçe bilen bir çocuk okula geldiğinde üç-dört ayda okumaya geçebiliyor. Oysa bir Kürt çocuğu okula başladığında çok büyük ihtimalle ilk yıl heba edilmiş oluyor. Okula adapte olması üçüncü sınıfta ancak mümkün oluyor. Batıdaki kuramsal çalışmaları da inceledik. Orada görülüyor ki, çift dillilik öğrencinin öğrenme düzeyini etkileyen bir şey. Bir çocuk okula başladığında Kürtçe ve Türkçeyi birlikte öğrenirse, hem daha çabuk bir şekilde öğrenme becerileri gelişiyor, hem de üçüncü bir dili daha rahat öğreniyor. Oysa bizim çocuklarımız yarım dilliler. Ne Türkçeyi ne de Kürtçeyi tam olarak öğrenebiliyorlar.

– Yani bir nevi lal bir durum…
– Hastaneye gittiğinde derdini anlatamıyor, mahkemede savunmasını yapamıyor, devlet dairesine gittiğinde işlerini olması gerektiği gibi yürütemiyor, her gittiği yerde mutlaka birilerinin yardımına ihtiyaç duyuyor.

– Anadil meselesi önemsenmezse ne olur sizce?
– Anadile yönelik bu talepler demokratik ölçülerde karşılanmazsa, Kürt meselesi çözülemez. Kürt meselesi çözülemezse de, Türkiye’de ne demokrasinin ne ekonominin ne de toplumsal barışın istikrara kavuşması mümkün olmaz.

Öğrenciler: Konuştuğumuz herkeste kendi travmalarımızı gördük
PERİHAN OK: “Bazı hocalar kendileri okula başlarken dil sorunu yaşamalarına rağmen yaşadıkları zorlukları unutabiliyor ve göreve başladıklarında dil bilmeyen öğrencilere kendilerine yapılanın aynısını yapıyor.”
HÜSEYİN DEMİR: “Bir hoca, öğrencisine keklik resmi gösterip ne olduğunu sorduğunu ve anlamadığını fark edince, Kürtçe sorduğunu anlatmıştı. Daha önce başı yerde olan öğrencinin, başını kaldırarak Kürtçe ‘bu keklik’ dediğini.”
SEZGİN DİNÇ: “Beni etkileyen bir şey vardı: Kendisini milliyetçi olarak tanımlayan hocaların anadilde eğitime karşı iken bu tür deneyimlerden sonra fikirlerinin değişmesi. Bir öğretmene ‘Çözüm nedir?’ diye sormuştum. Cevap olarak ‘Anne babanın Türkçe öğrenmesi ve çocuklarına da Türkçeyi öğretmesidir,’ demişti. Anadilde eğitime kesinlikle karşıydı.”
HATİCE DEMİR: “İlkokulda okuma yazma öğrendiğimde bir gazete elime geçti. Logosunun hemen yanında ‘Türkiye Türklerindir’ yazıyordu. Evde başka bir dil konuşuluyordu ve biz o etnik mensubiyetin içinde değildik, çocuk aklımla bunu hissedebiliyordum. Eve gidip şunu sormuştum anneme: Biz Türk değiliz, o zaman bizim ne işimiz var burada, gitmeyecek miyiz? O da ‘Biz buralıyız ve Türk değiliz,’ demişti. Mülakatlar boyunca hep bu anımı anımsadım. Ve ‘Bu nasıl bir sistemdir ki, çocuklara böyle sorular sordurabiliyor,’ diye düşündüm.”

DİSA’nın anadil eğitimine ilişkin önerileri 
Kürt öğrencilerin eğitiminde kullanılacak Kürtçe-Türkçe çift dilli eğitim modelleri geliştirilmeli.

Başta anayasa ve yasalar olmak üzere tüm hukuki mevzuat, dilsel ve eğitsel haklara dair yasaklardan arındırılmalı ve mevzuat bu hakları tanır hale getirilmeli.

Etkili ve zenginleştirici bir eğitimin farklı bölgelerdeki değişik ihtiyaçlara cevap verebilecek esnek okul sistemlerini gerekli kılması nedeniyle, idari yapılanmada adem-i merkeziyetçi bir dönüşüme gidilmeli.

Toplumdaki farklı kültürler ve diller arasında baskıcı ve dışlayıcı bir hiyerarşinin bulunmadığı bir kültürün gelişmesi için siyasal organlar, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve eğitim kurumları çaba harcamalı.


Comments are closed.