“Barış sürecinin yeniden gündeme getirdiği korucular konusu, korucuların sadece ekonomik ve sosyal haklarının sağlanması olarak ele alındığı sürece, barışın önemli bir toplumsal ayağı eksik kalacak.”
Böyle diyor, Türkiye’deki koruculuk sistemi üzerine Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) bünyesinde çalışma yürüten Dr. Nesrin Uçarlar.
Şemsa Özar ve Osman Aytar ile birlikte yürütülen Türkiye’de koruculuk uygulamasının tarihsel altyapısını, diğer ülke deneyimlerini, Meclis tutanaklarında ve basında yer alan koruculuk gündemini ve bizzat korucularla yapılan görüşmeleri kapsayan çalışma sonbahar aylarında kamuoyu ile paylaşılacak.
Dr. Nesrin Uçarlar, bianet’in sorularını yanıtladı.
İlerleyen barış sürecinde birçok kesim koruculuk sisteminin bir an önce kaldırılmasını istyor. Peki devlet bu konuda ne düşünüyor?
Korucuların hukuki statüleri ve topluma entegrasyonları konusu, mevcut barış sürecinden önce, hatta oldukça uzun bir zamandır, hem siyasi hem de askeri karar alıcıların gündeminde aslında. 1990’ların ortalarından beri, devletin bir anlamda kurtulmaya çalıştığı paramiliter bir yapılanma olan koruculuk sistemi, farklı hükümetlerin farklı şekillerde yorumladığı “ıslah” sürecine tabi tutulmak istendi.
Neler düşünüldü?
Tamamen ve aniden lağvedilmesi mümkün görünmeyen bu sisteme gönüllü olarak katılan veya zorla dahil edilen korucuların, devlet memuru, öğretmen, özel güvenlik görevlisi, orman bekçisi gibi pozisyonlarda görevlendirilmeleri, sağlık sigortası ve özlük haklarının düzenlenmesi, gazi ve şehit ailelelerinin yararlandığı tüm haklardan yararlanmalarının sağlanması için girişimlerde bulunan hükümetler bir yandan korucuların taleplerini karşılamayı, bir yandan da korucuların sayısını ve gücünü eritmeyi amaçladı.
Korucuları devletle işbirliği yaptıkları için zımnen “Türk” kabul eden hükümetler, korucuların silahlarını geri alıp, karşılığında kendilerine toprak, iş, maaş vererek ve işledikleri suçları cezalandırmayarak, bir dönemin üstünü sessiz sedasız kapatmaya çalıştılar.
Peki korucu olan ve olmayan Kürtler arasındaki “husumet” ne olacak?
Hükümetlerin ilgilenmediği tek konu, korucu olan ve olmayan Kürtler arasındaki toplumsal bölünmenin nasıl giderileceğiydi ve hala da bu konuya yönelik bir çalışma yapılmıyor bildiğimiz kadarıyla. “Barış” sürecinin yeniden gündeme getirdiği korucular konusu, korucuların sadece ekonomik ve sosyal haklarının sağlanması olarak ele alındığı sürece, barışın önemli bir toplumsal ayağı eksik kalacak.
Daha doğrusu, silahların konuşmadığı bir ortamı geçici süreyle tesis etmenin ötesine geçemeyecek. Köye geri dönüşlere izin vermek istemeyen korucuların, 2009 yılında yaşanan ve Bilge Köyü katliamı olarak bilinen olaydaki gibi girift suçlara karışmasının önüne geçilmesi, sadece silahların geri alınmasıyla değil, koruculara yeni geçim olanakları yaratılması ve daha da önemlisi, korucu olan ve olmayan Kürtler arasında savaş boyunca derinleşen düşmanlığın sona erdirilmesi ile mümkün olabilir.
Bu çok mu zor?
Korucu olmayanların korucu olanlarla barışması, Kürtler ile Türkler arasında barış sağlanması kadar, hatta belki ondan da zor görünüyor. Geçiş dönemi adaleti adı verilen süreçlerde izlenen toplum-temelli ve mağdur-odaklı hakikat ve adalet arayışlarına kulak verilmeden, korucuların işledikleri suçlar ve mağdur kaldıkları haksızlıklar gündeme getirilmeden, diğer bir deyişle, koruculuk uygulamasına maruz kalan taraflar siyasal birer aktör olarak sürece dahil edilmeden, barışa yapılan çağrıların karşılık bulması kolay olmayacak.
Korucuların çeşitli suçlara karıştığını gözönüne alırsak, sistem düzgün bir şekilde kaldırılmazsa ilerisi için bir tehlikeden söz edebilir miyiz?
Filipinler, Guatemala ve Güney Afrika örnekleri, hükümet ve gerillalar arasında yürütülen barış müzakerelerinin köklü bir hesaplaşma ve değişim sürecine dahil etmediği paramiliter örgütlenmelerin suç işlemeye devam etmek için uygun bir zemin bulmakta güçlük çekmediğini gösteriyor. (NV) (Son)